6 Eylül 2009 Pazar

7 eylül türkiye-litvanya karşılaşması

yarın türkiye saati ile 22 10 da yapacağımız ve de acayip kritik olan ilk maç.açıkçası ben ilk maçın litvanya ile olmasına sevindim.en zor ve en kritik karşılaşmayı ilk maçta atlatırsak bence bulgaristan ve polonya'yı rahat deviririz.ama litvanya öyle kolay rakip değil.yaklaşık bir yıldır basketbol oynamayan macijauskas,en beğendiğim ve de tartışmasız yokluğu takımdan çok şey götürecek sarunas jasikevicius ve zaten hiç olmayan ilgauskas gibi adamlar yokken litvanya çok öenmli olmayan bir rakip gibi gözükürse yalan olur çünkü gayet önemli ve zor bir rakip.ne olursa olsun litvanya bir ekoldür ve ekol olan ülkeler bu tip bir kaç sakatlıkla sendelemezler kolay kolay.biraz güç kaybederler sadece.bu da böyle bir durum.linas kleiza açıkçası beni hep korkutan bir oyuncu olmuşturçöyle ayı gibi bodoslama içeri girmesinden dolayı değil.eli sıcak oldu mu makine gibi şutları dizmesinden dolayı.songaila da ne yapacağı kestirilemeyen bir adam.kaukenas inanılmaz bir guard ve real madrid'e transfer oldu sonunda.jasikevicius yokken sorumluluğu daha da artacak.lavrinovic kardeşler ise her yıl oyununa yeni şeyler ekleyebiliyor.game on turnubasında dışarıdan şut tehdidi olan uzunlara karşı ne kadar etkisiz olduğumuzu gördük.ne ömer ne semih hele oğuz hiç bu tip savunma yapamıyor ki bu adamların orta mesafe şutu da var.yani ben lavrinovic kardeşlerden çok korkuyorum.javtokas ise hücumda ksıtlı performansına rağmen deli gibi savunma yapabiliyor ve acayip bir kalıbı var.o kalıp karşısında post up oyunu yapmak çok zor ve de oğuz savaş formsuz ve de isteksiz görünüyor.sanırım uzunlarımız ezilecek.bizim tarafımızdan bakarsak;şut atabilen bir adamımız yok,yok,yok.ender,kerem,sinan gibi adamlarla olcak iş değil.bir ömer onan bu görevi üstlenebilir o da nereye kadar.yenmemiz için tek şart var:o da hidayet ve ersan ortalamanın üstünde maç çıkartacak,ikisi de formda olacak.ancak bu şekilde kazanabiliriz.savunmada isteklilik gösterebiliyoruz fakat hücumda feci şekilde devamlılık sorunu var ve de bu sorunu ortadan kaldıracak bir guardımız da yok.ben pek ümitli değilim.skor olarak iki adamın eline bakacağız.ömer aşık ve semih erden ise her zmanki gibi boş pozisyonları smaçlayacak.lavrinoviç kardeşlere en azından boyalı alanda çok şans tanımazlarsa ve de ersan-hido ikilisi iyi maç çıkartırsa bu maçı alırız.özellikler ersan'ın javtokas ve lavrinoviç'lerden bir sürü ribaunt alabileceğine inanıyorum.çok da sevdiğim bir oyuncu,çok eleştirmemin nedeni de bundandır zaten.umarım ersan'a iyi pozisyon yaratabilirler.sabırsızlıkla bekliyorum

3 Eylül 2009 Perşembe

bodiroga

fazla söze gerek yok.efsane sözcüğü onu fazlasıyla tanımlıyor.keşke bırakmadan önce bir maç da olsa efes pilsen formasıyla görebilseydim.efes olmadı başka bir türk takımı da olurdu be.o derece severdim bu adamı

ricky rubio,draft macerası ve barcelona'ya transferi


ricky rubio.tam adı ricard rubio i vives.katalan kökenli,barcelona doğumlu ve de barcelona'nın altyapısıyla ortak çalışan son yılların önemli oyuncu fabrikalarından dkv joventut çıkışlı klişe tabirle 'wonderkid'.uzun yıllardır avrupa'da görülmemiş çapta bir yetenek.zeki,hızlı,oyun konsantrasyonu ve zekası muazzam ve işin şov yönünü hemen hemen her ispanyol gibi iyi beceriyor.zaten ispanyolların basketbol ve futbolu hakkında hep fiyakalı derler.bu rubio da bu fiyakalı denen biçimde yetiştirilmiş bir adam.pas yeteneği onu ileride nba'de asist krallığına oynatacak kadar muazzam ki avrupa'da bu ortalamayı yakalayan adam;nba'e uyum sağlarsa istatistiğini ikiye katlar.her ispanyol guard iyi pasördür ama bu hepsinden daha iyi.jose calderon'dan da daha iyi bence.skora gitme ve fast break konusunda da çok yaratıcı.top çalma yeteneği ise bambaşka.o upuzun kolları ve kocaman elleriyle her şeyi yapabiliyor.16 yaşında o meşhur turnuvada yaptığı istatistikleri vermeyeceğim.herkes biliyor artık insanlık sınırlarını aştığını turnuva esnasında.16 yaşından itibaren de euroleague ve acb gibi avrupa'nın en önemli iki organizasyonunda süreler almayı başardı.hem de öyle 5 dakika gibi süreler değil.17,18 dakika ortalama tutturdu ki o yaştaki bir oyuncuya o süreleri yugoslav takımları dışında başka takımların verdiği pek görülmüş bir olay değildi.hatta acb'de ilk oynadığı maçta 15 yaşında bile değildi.geçen sezonun önemli kısmında sakat olmasına rağmen kendini toparladı ve de acb'de 10 sayı 2.6 ribaund 6.1 asist ve de 2.3 top çalma ortalamalarını sadece 23 dakikada yaptı ki bu adam hala 19 yaşında girmedi.21 ekim 1990 doğumlu.sırp kökenli bojan krkiç ile beraber avrupa'yı sallayan ispanyollar oldular.tüm bunlar ricky rubio'yu doğal olarak çok göz önünde biri yaptı ve de egosu scoutların dediği gibi tavan yaptı.bu da onun eksikliklerinin görmezden gelinmesine ve de draft öncesi yaptığı gibi nazlanmalara neden oldu.draftexpress ve nbadraft gibi sitelerde rubio övüldüğü gibi eleştiriliyor da.hem oyunu hem de son zamanlarda ortaya çıkan mental yönüyle.oyununa gelirsek;bu iki sitede öncelikle rubio'nun şut mekaniği oldukça kötü bulunuyor.bildiğiniz gibi zıplamadan ya da çok az zıplayarak atıyor ve de perdeden çıkıp şut atması da gene bu şut mekaniği nedeniyle zorlaşıyor.bu yönü oldukça zayıf.gene orta mesafe şutu yok.üçlük şutu da düşük yüzdeli ve istikrarsız.asist,savunma,top çalma ve bir guarda göre ribaund konusunda patlayıcı özelliklere sahip olmasına rağmen skor olarak patlayacılığı bulunmuyor.top kaybı çok fazla.maç başına 3 top kaybı.(ama ben bunun yaşına verilmesi gerektiğini düşünüyorum.bu adamın oyunu olgunlaşmadı sonuçta.bizim 90 doğumlu oyuncular daha top süremezken bu adam acb'de döktürdü) ve de fiziği ve sıçrama kabiliyeti avrupa için iyi ama nba için sıradan.tabi oyununun iyi yönlerine ve yaşına göre bunlar bence çok da fazla değil ama bu demek oluyor ki nba yıldızı olması için kendini daha çok geliştirmesi gerekiyor ,doğal olarak da egosunu azaltması lazım.draftten önce o takımda şurada burada oynama gibi nazlanmaları yüzünden 5.sıradan seçildi.önceden blake griffin'in ardından seçilmesi bekleniyordu aslında.sonraki açıklamaları da biraz şımardığını gösterir gibiydi.dkv joventut da kendisi için çok yüksek bonservis bedeli istedi ama nba takımları en fazla 500 bin dolar bonservis ödeyebilir.david stern;bu uygulamayı nba takımlarını avrupa takımlarının oyuncağı haline getirmemek için koydu ve de gördüğünüz gibi ekonomik bağlamda işe yarıyor.ama rubio bu nedenle hayal ettiği gibi hemen nba yolunu tutamadı.ya takımında kalacaktı ya da onu isteyen takımlara gidecekti.bir ara türk takımlarından birinin rubio ile ilgilendiği yolunda haberler çıkmıştı,hem de dış basın kaynaklı haberlerdi bunlar.baya heyecanlanmıştım bir efes pilsenli olarak.dedim yoksa rakoçeviç ve rubio yan yana mı oynayacak ve de benim kalbim buna dayanacak mı? ama ergin ataman sonradan bir açıklama yaparak menajerlerin rubio'yu kendilerine taklif ettiğini ama bu teklifi gerçekçi bulmadıklarını,bunun oyuncuya piyasa yapmak için uygulanan bilinen bir menajer taktiği olduğunu ve zaten takımda ender gibi bir guard bulunduğundan bunu istemediklerini söylerek;özellikle içinde ender arslan'ın geçtiği tümceyi litaratüre sokmuştu.şimdi barcelona'ya 5 milyon euro gibi rekor bir fiyatla transfer oldu.açıkçası zekice bir hareket.hem çaylak sezonundan daha fazla para kazanacak hem de 2 sezon euroleague'de bol bol maç yapacak ve j.r holden,diamantidis gibi savunmacılarla oynayarak yeteneklerini geliştirebilecek.zaten eksiklikleri epey var dediğim gibi.fiziğini de bu süre zarfında biraz daha geliştirebilirse 2 yıl sonra nba yolunu tutar.çünkü sözleşmesi 6 yıllık ama 2 yıl sonunda nba'e gitme opsiyonu bulunuyor.buradan da anlaşılıyor ki 2 yıl sonra tıpış tıpış nba'e gidecek.yerinde bir hareket.onu avrupa parkelerinde biraz daha seyretme imkanımız olacak ve de acb trt'de yayımlanırsa rubio'yu trt ekranlarında 3 numaralı oyunu eliyle gösterirken bol bol seyredebileceğiz.

2 Eylül 2009 Çarşamba

sen neymişsin be ender!



ender,sen neymişsin ya.aklıma geldin durup dururken.bazen böyle durup dururken aklıma gelirsin bilir misin?basketbol hakkında düşünürken aklıma sen ve senle beraber yaşlandığım yıllar aklıma gelir.televizyon karşısında bir maçta 1-2 yaş yaşlandırabilirdin beni ender.çok maç bilirim top eline geçip eline yüzüne bulaştırdığında kendimi koltuktan attığımı.çok maç bilirim ellerime yukarı kaldırıp 'yaa sabır' diye dua ettiğimi.senle çok fazla anımız var ender.her ne kadar bilmesen de çok şey yaşadım ben senle.sevinç hariç her türlü duyguyu yaşattın bana.sayı ve asist yaptığın zaman bile sevinemez oldum efes pilsen'de kalmayı garantilersin diye... bir ara union olimpija,tau ceramica ve panionios üçlüsüyle gerçirdiğin bir sezon vardı.her takım değiştirceğin söylendiğinde kalbim hoplardı 'ya efes'e geri dönerse' diye.iki kez bunu atlattım ama üçüncü de fena vurdun ender,altın vuruşu yaptın koçum ve geldin geri.inanılmaz bir şey ama daha 26 yaşındasın.25 yaşındaki futbolcuya genç semih denilen bir ülkede genç bile sayılırsın.geçen ergin ataman bir açıklama yaptı.rubio türkiye'den bir takıma gelecek diye bir dedikodu yayılmıştı.ergin ataman da bu bir menajer spekülasyonu,bize rubio'yu teklif ettiler ama biz kabul etmedik.çünkü bizim guardımız var.ender var demişti.o zaman işte dedim 'ender,neymişsin be'.harika çocuğu bile gölgede bıraktın! sorabilirsiniz resim niye olimpija formasıyla diye.onu efes formasıyla görmeye dayanamıyorum çünkü,olmuyor...

acb trt'de mi?

yaptığım blog gezintileri esnasında okuduğum ve duyar duymaz beni heyecanlandıran bu haber eğer gerçekse trt süper bir işe imza atmış olacak çünkü basketbolun çok da popüler olmadığı bir ülkede dünyanın en kaliteli ikinci ligini yayınlamak cesur bir karar.maddi açıdan oldukça önemli paralar yatırlıdığı kesin ama beni gibi basketbolseverler ratingleri patlatır diye ümit ediyorum.acb ligini her zaman internetten takip ederdim.lgin kalitesi tartışılmaz.nba'den sonra bütçe ve organizasyon açısından ikinci sıradadır.örneğin her yıl acb maçları dvd haline getirilip piyasaya sürülür.çok profesyonel bir bilgisayar oyunu da var ve acb tv gibi video paylaşım paltformu var.her hafta her maçın özeti ve haftanın en güzel hareketleri bu acb.tv'de yayımlanır.her hafta istisnasız bakardım acb.tv'ye.istatistik olayı da manyak.bir oyuncunun maçta kaç smaç bastığını bile yazarlar yani kısacası mükemmel bir organizasyon.bu yıl maalesef ligde türk oyuncu yok ama neler yok ki... ricky rubio,navarro,felipe reyes,nikola mirotiç,joel freeland,omar cook,n'dong ve niceleri.bu oyuncular için seyredilir işte.umarım şifre mifre gibi bir salaklık olmaz.şimdiden heyecanlandım ve murat murathanoğlu'nun söylediğine göre de sözlşme imzalanmak üzereymiş.murat murathanoğlu;yiğiter uluğ ile birlikte anlatacakmış.bu da ayrı bir güzellik.trt büyük bir yatırım yaptı,karşılığını da verebiliriz umarım.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

caster semenya,cinsiyet tartışmaları ve cinsiyet testi

press kardeşler(semenya hal etmiş,izbandut mübarek)




resimler:mynet dora ratjen(şaka gibi) resim:vikipedi caster semenya






caster semenya adlı atleti atletizm seven ya da sevmeyen herkes duymuştur artık.duyma sebebi ise aslında 800 ve 1500 metredeki başarıları olmadı.inanılmaz dereceler yaptı belki(bolt kadar olmasa da,tabi kendi dalında) ama onu daha çok yarışmalara girmeden önce yapılmak istenen cinsiyet testi ve elde ettiği başarılardan sonra açıklanan ilk sonuçlarla tanıdık çoğumuz.semenya aslında inanılmaz genç bir atlet.sadece 18 yaşında(onlarda bizdeki gibi küçültme var mıdır bilmem:)).resimde gördüğünüz gibi muazzam bir fiziği var.acayip iri.diğer atletler yanında çocuğu gibi kalıyor.surat ifadesi ise oldukça erkeksi duruyor.bu bir gerçek ama ben bu cinsiyet tartışmalarını ilk duyduğumda baya bir tepki göstermiştim.'napalım,allah vergisi.olabilir' demiştim ama işin rengi sonra birraz değişti.semenya'nın koçunun daha önce doping deyince ilk akla gelen doğu almanya atletlerine erkeklik hormonu ve kortizon vermekle suçlanıp aklanamayan bir adam olduğunu öğrendik.bu acaba tesadüf olabilir mi diye demedik de değil.sonra bu erkeklik hormonu olayının ve cinsiyet testi adı verilen testin tarihçesi de ortaya çıkınca işin rengi gittikçe garipleşti derken bir de semenya'da ilk sonuçlara göre normalden 3 kat fazla testesteron çıkmış.bir ara ebesi bile çıkıp konuşmuş, onu bilirim,kız oğlan kızdır demiş.bu 3 kat olayı açıkçası hormonal bir bozukluk mudur yoksa şu 'doğu alman' antrenörün becerdiği bir iş midir nasıl ortaya çıkacak bilmiyorum.ama bugün mynet haber'de gördüğüm bir haber çok ilgimi çekti.gerçekten onlara teşekkür etmek gerek.muazzam bir haber hazırlamışlar.bu cinsiyet tartışmalarının aslında ne kadar geriye gittiğini ve caster semenya ile birlikte ortaya çıkan bir şey olmadığını gösterdiler.haber gerçekten çok çok ilginç.örneğin;






DORA RATJEN
Adolf Hitler, 1936 yılında Berlin’de yapılan Olimpiyat oyunlarında Ari ırkının üstünlüğünü göstermek istedi.
Kalın sesiyle farkedilen ve diğer kadın atletlerle aynı duşu paylaşmayı redetmesiyle bilinen Alman Dora Ratjen, Almanya’nın kadınlar yüksek atlama kategorisindeki sporcusuydu. Olimpiyatları, dördüncü sırada bitirdi. Bu kategoride üçüncü olan Dorothy Tyler, Ratjeni şöyle anlatıyor: “Dora’ya karşı mücadele ettim ve onun bir erkek olduğunu biliyordum. Sesi ve vücut yapısından belli oluyordu.”Ratjen’in, daha sonra Avrupa’daki bir yarıştan Almanya’ya dönerken tren istasyonunda erkek olduğu ortaya çıktı. Ratjen, etek giymesine rağmen etrafındaki kişiler tarafından ‘erkeklerde sabah traş olduktan sonra akşam üzeri oluşan kirli sakalla’ yakalandı. Onu muayene etti ve erkek olduğu ortaya çıktı. 1938 senesinde Ratjen, mücadeleden men edildi.



bu herif de semenya'nın üstündeki kişi.erkek olduğu her halinden belli.öyle iki yandan saç örmekle de pek kamufle olmamış anlaşılan.bir de şu var:





SİN KİM DAN
Dan, 1961 ve 1962 yıllarında 400 m ve 800 m koşularında kadınlar kategorisinin rekorlarını kırdı.
400 metreyi 52 saniyenin altında koşan ilk kadındı. 1963 yılında Moskova’da, diğer kadın koşucular Dan ile yarışmayı, onun erkeğe benzemesi nedeniyle istemedi. Bu olaylar gerçekleşirken Güney Koreli bir adam, Sin Kim Dan’ın savaş sırasında kaybolan oğlu olduğunu iddia etti.
Mecburi cinsiyet testi 1966 yılında uluslararası yarışmalara katılan atletlere zorunlu hale getirildi. Sin de bu tarihten sonra yarışmalara katılmadı.



bu da başka bir 'ohaaa' dedirten olay.adam çıkıp kayıp oğlum demiş ve cinsiyet testi yapılması kararlaştırıldıktan sonra ise ortadan kaybolmuş.yalnız bu cinsiyet testinin ortaya çıkmasından sonra ortadan kaybolan ve bir daha yarışmalara katılmayan tek atlet bu değil:





TAMARA ve İRİNA PRESS
Tamara ve Irina Press kız kardeşler 1960 lı yıllarda Sovyetler adına yarışırken beş koşu yarışı kazandılar.
Kariyerleri devam ederken cinsiyet testi zorunlu hale getirildi ve iki kardeş, ortadan kayboldu. Eleştirmenler Press'lerin aslen erkek ya da çift cinsiyetli olduğunu söyledi.

tesadüf olamayacak kadar parçalar birbirini tamamlamış.bir de şöyle bir şey daha var:


MARY EDİTH LOUİSE WESTON
Mary Edith Louise Weston, İngiltere’nin 1924 -1930 yılları arasında en iyi güllecisi ve 1927 yılında da en iyi ciritçisiydi.
Halen ülkenin gülle rekorunu elinde bulundurmaktadır. Ancak Mary, 1930lu yılların ortasında Mark Weston oldu. Kullandığı doping ve kas ilaçları yüzünden cinsiyet değiştirdiği tahmin ediliyor.

gördüğünüz gibi bir rekor bu kadar süredir kırılamadıysa ve de sonradan bir anda marc weston olduysa bu da hormon almış demektir.sergei bubka da diyebilirsiniz ama bubka bun kadar eski değil ve 80 li yılların atleti.bu ise 1920'ler ve o dönemin antrenman şartları ve spor kültürünü göz önünde bulundurursak bu kadardır kırılamayan rekor ya insan üstü bir güçle yapılmıştır ya da görüldüğü gibi dopingle.10 saniyenin altına inemez denen insanoğlu 9.58 koştu(tamam ulan,bolt insan değil).en dikkatimi çekenleri kopyala yapıştır yoluyla paylaştım.daha fazlası için vereceğim linke bakabilirsiniz.semenya olayı gördüğümüz üzere benim en başta düşündüğüm kadar basit bir şey değilmiş. ve de ilk değilmiş.belki de son olmayacak.caster semenya belki de doğuştan böyle.açıkçası buraya yazmadığım ama linkte göreceğiniz soundarajan adlı hint atlet anladığım kadarıyla doğuştan olan özelliklerinden dolayı cinsiyet testine takıldı.peki bu atletin suçu nedir? öyle ya da böyle fiziksel üstünlüğü oluyor diyebilirsiniz,diğerlerine göre daha avantajlı falan.eee,usain bolt'un da fiziği diğerlerinden daha iyi ki böyle insan üstü koşuyor.tyson gay ondan daha mı az idman yapıyor?belki de bolt'tan daha teknolojik imkanları olan pistlerde ve salonlarda çalışıyor ama bu adamı geçemiyor,geçemiyor ve geçemeyecek.şu an çok alakasız bir kıyaslama da yapıyor olabilirim ama doğuştan bazı erkeksi hormonlara ya da kromozomlara sahip atletlerin de bu şekilde diskalifiye edilmesine ise açıkçası üzüldüm(bana ne oluyorsa).zor bir durum,ama karar net.test belli ve doğuştan ya da sonradan verilen hormonla farketmez,kriterlere uyacaksın.semenya'nın belki de madalyası geri alınacak,bilemiyorum.yalnızca tek dileğim doğuştan böyle olması ve bu konuda sabıkası ile bilinen eski doğu almanya kökenli antrenörün bu işin içinde olmaması.bu da haber linki:

http://haber.mynet.com/detay/foto-analiz/olimpiyatlarda-sok-eden-cinsiyet-skandallari/467681/1#haber-baslik

28 Ağustos 2009 Cuma

rodrigo barbosa tabata ve brezilyalı japonlar


daha önce aleno blumer ve ırkların kaynaşması başlıklı yazımda;breizlya'daki alman popülasyonu ve creole kavramı ile ilgili bir şeyler yazmıştım.brezilya'ya göç eden etnik unsurların çokluğundan bahsedip örnekler vermiştim ama japonlar asla aklıma gelmemişti.bugün sporx.com a bir bakayım dedim ve tabnata adında bir oyuncunun bjk'ya geldiğini öğrendim.vaay japon adam mı almış dedim ismi görür görmez.adı bana japonu çağırıştırdı ama tabata kim bilmezdim.futbolla pek alakam yoktur,bunu söylemiştim.tabata transferinin beşiktaş'a olan faydası ya da zararı hangi mevkide oynar nasıl yapar ne içer gibi konularda sizi aydınlatamam,malum futbol bilgimle fakat benim dikkatimi çeken jaspon asıllı bir brezilyalı ollması ve adının da rodrigo barbosa olması.tam creole tanımına uyduğunu gösteriyordu.hemen vikipedi'nin ingilizcesinden biraz okuyup araştırma yapayım dedim ve şu bilgileri elde ettim:öncelikle brezilya ilk zamanlar asyalı göçmen kabul etmemiş.brezilya'yı beyazlaşırma kapsamında kapılar daha çok avrupalılara açık hale gelmiş 19.yüzyılda.fakat ilk brezilya'ya asya'dan göç anca 1908 civarında olabilmiş.bu dönemde de brezilya'da zengin avrupalı göçmenlerin kahve yetiştirdiği alanlarda çalıştıracak işgücüne ihtiyaç doğmuş ya da işlenecek boş topraklara bilgili çiftçiler.bu nedenle brezilya ve japonya arasında bir antlaşmayla 1907 yılında ilk japonlar çoğumluğu çiftçi olmak üzere brezilya'ya ayak basmış ve sayıları da 790 civarında imiş.bu japonlar da kahve tarlalarında çalışan emekçiler olmuşlar.birinci dünya savaşı ve 1940 yılına dek 170 bin kişiye kadar büyük bir göç dalgası olmuş daha iyi koşullar umudyla.göç zaten insanlara hem cazip hem de zor gelir.bilinmez bir yere gitmek hem insana müthiş bir umut hem de zorluklar getirir.bu japonların hepsi de bu ujmutlarla kahve yetiştiriciliğ ve işçilik yapmaya brezilya'ya gelmişler.bu kahve tarlaları da çoğunlukla sao paulo civarında olduğundan bu nüfusun yüzde 75'i oralarda yoğunlaşmış.ilk göçenlerin amacı çoğunlukla biraz para kazanıp geri dönmekmiş.kolay yoldan zengin olmak.ama öyle olmamış.hem zor koşullar altında çoğunlukla iş hukuku göz ardı edilerek çalışmışlar ve rüyalarını süsleyen paraya çoğu ulaşamamış..hem iklim koşulları hem de yaşadıkları bir nevi kültürel şok onların çoğunu ilk başlarda geri dönmeye zorlasa da çiftçilerle imzaladıkları kontratlar buna izin vermemiş.1940'a kadar japonca eğitim vermelerine izin verilmiş ve japonlar kendi aralarında iletişim kuran ve dışa kapalı bir cemaat halini almış ve breizlya gibi ırklar arası evliliğin inanılmaz oranda olduğu bir ülkede ilk 2 jenerasyonda bu oran sadece yüzde 6 olmuş ama 1940'ta okulda verilen japonca eğitimin yasaklanması ile çocuklar portekizce öğrenmeye ve creole olmaya başlamışlar.yani artık yeni jenerasyonlar brezilya'ya tam anlamıyla entegre olmuşlar ve büyük-büyük dedelerinin ya da ninelerinin çektiği sıkıntıları ve adaptasyon sorunlarını geride bırakmışlar ve yüzde 90 lık bir kısmı da büyük şehirlere yerleşmiş.daha bir çok bilgi var ama onlara gerek olmadığını düşünmekteyim.peru'da da bir japon popülasyonu daha varmış,bunu belirteyim.çok kültürlülüğün simgesi haline gelen brezilya'da jaspon nüfus en basitinden abd'dekine oranla daha fazla.kozmopolitlik açısından breizlya belki de amerika'ya en çok yaklaşan ülke konumuında